10 Ağustos 2011 Çarşamba

Birhan Keskin'le Ağlamamak Mümkün mü?

...
birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız
kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve su
hakkında, kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve günün
aslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına?
boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın
anlamı, taşı ve suyu doğru yorumladığımızda, bir
yarı öbür yarıyı anlayacak: olgunluk bize yaban
meyvesi gibidir; gevşek ağızlarımıza dokunan zehir!
kim sana verdiklerimi, senden aldıklarımı çözebilir?
birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız,
hayalleri dik tutmak gerekir.

..


her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer
kendi sabrını deneyen taş,
kendi uykusuzluğunda yatak oldun.
kül koy şimdi yanına korunun
seni kavuran onu da yakmasın.
aşkla besle kendini,
gül yetiştir,
sardunya çoğalt.
ki, sen aşktan ve ayrılıktan
başka ne anlıyorsun. B. Keskin
gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum

yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep

ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.

bilemem, belki bu yüzden

ben sana yanlış bir yerden edilmiş

bir büyük yemin gibiydim.

beni hep aynı yerimden yaralayan o eve

yine de döneyim döneyim istedim.

ah benim sesimle

söylesem de, inanmazlar

benzemiyor çünkü bir dile.

döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm

döndüğüm bu sema sensin. döndüğüm.

sen benim kara ömrüme vuran

suyumu harelendiren sevincimdin.

onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.

titreme daha fazla kalbim.

bağışla kendini artık onu da

bırak gitsin.

o senin en ezel gününden kaderin

sen onu nasılsa bin kere daha

seveceksin.

sözde kalır sevgilim
sözde kalır bütün sözler
aşk çünkü, aşk çünkü kendine
bir yol, bir ideoloji ister.

bilirim, çöl rüzgarında çalıdır bazı yaşlar.
sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
bir tarihe başlayacaksın, orası işte
benim tarihimle başlar.

ve say, geriye doğru,
tek tek
sende kalsın şimdi al bu taşlar

*

bir masal

bir taş ağırlığında olabilir mi?

olurmuş meğer.

birlikte bir masala inanmak istedim

ben seninle, sadece bu.

sen beni tek

tek

bıraktın.

benim artık taş taşıyacak,

taş kaldıracak, taş atacak

halim mi var! birhan keskin


**
"sabahın karşısında konuşmak ne zor
incecik kül gibi kalıyorsun
dağ susmaya giden yolu biliyor
sen bilmiyorsun..."


**
''yüzüm
hangi dağa baksam
içinde öfkelerinden habersiz
korkunç atlar gezdiren
bu sessiz, yıldızsız.
yüzüm
hangi yola çıksam
bu yetim avlusu, bu ateş
bu ağlamaklı şey. ''
"onu, sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.

bağışla kendini artık onu da
bırak gitsin.
bırak gitsin.

o senin ezel gününden kaderin
sen onu nasılsa bin kere daha
seveceksin"


*
"seni kırdığım yerden beni de kırdılar.
ben hiçbir cümleye ağlayamam artık seni."


*
bir yerden aşağı,
çok aşağı düştüm
zaman:
solgun ve gri bir koridordu
orada çok üşüdüm.


*
dünya ne ki sevgilim
benim sana yaptığım kubbe yanında?
düşsün, olsun, bırak
içinde yıldızlar patlıyor,
kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
ister sal kendini dünyaya, ister kal yanımda
her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
yoluna baş koymak diyoruz
biz barbarlar buna


*
aşk

aniden. birdenbire, beklenmedik olandan...
beklemeyene: dile gelen bir dünya.
vahiy gibi, en çok ona benziyor.
baharın karnını öptüğüm rüya.

o yüzden "ayaklandım", yukarı ağdım.
sana vardığımda ağlamam bundan...

adını andığımda sıcak akıyor bütün nehirler
dünyayı dolduran sözü olduran o.
ve ben ne desem şimdi, benden değiller.
hala soruyor musun bana, aşk ne demek:
o en "bir" ve "tam" olana yürümek.

durup durup geçmesin içinden ağlamak
dur, neden ağlıyorsun ca'nım,
yetmez mi ikimize bir sağanak...*


*
'' günler öylece kendi kendine geçsin diye
bir camın arkasında durdum
bana dokunmasın hiçbir şey
hiçbir şey yarama merhem olmasın
iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
bir camın arkasında durup
akan hayata ve zamana baktım.

bilirdim, biliyordum, biliyorum,
bittiğinde, geçtiğinde,
o saman tadıyla karıştığında,
her şey daha acı olacak.''


*
ben yumuşak tuşlarına basacağım hayatın,
sen çatıyı kur
sırlarını soracağım ben,
sen hayatın anlamını ara
yazın yönünü değiştireceğim ben,
sen yolculuğa çık
ben arka bahçeyi özleyeceğim,
sen inat et.


*
"ikiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım
bir yanım öbür yanıma düşman
sağımda kızgın kumlar gezdirdim
solum üşüyor eski bir anıdan"


*

"bırak sökük kalsın rüzgâr,

bu zırdeli düşün içinde gerçeğin ne anlamı var"


*
"ben bazen münasip bir yerde inmek istiyorum.
size de oluyor aynından, biliyorum..."


*
odadaki ışığı,
tenimdeki tuzu kırdım
yastıklarda kuruyan gözyaşını,
ufku
terk ettim.
söz kirlendi,
kendi uzayımda kendime
garsonluk etmekteyim.

*
sizinle yaşadığım her şey kıyamet,
sizinle yaşadığım her şey cinnet,
sizinle yaşadığım her şey cinayetti.
ruh kirlendi,
kalbimin kenarında atını durduranlar için
akrep beslemekteyim.


*
kim bağışlayacak beni
fazla insansın sen sevgilim fazla insan,
bir barbarım ben oysa, bir hayvan
dilim bağışlamaktan söz eder benim
seninki adalet ve intikam.

söylemeye gerek var mı sevgilim
söylemeye gerek var mı şimdi
yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni
klimanjaro'nun karları sevgilim
klimanjaro'nun karları
innnnniiiiiiyor aşağı.


*
bunca zaman sonra, neden ona dokunmadığımı
neden çekmediğimi silahlarımı kınından
olanı biteni kalbime koyup kendimi çektiğimi
soruyorsun...
ona dokunmadıysam,

dokunmadıysam tek bir sebepledir...

bir barbar ancak eşitine dokunur.
*
sözde kalır sevgilim
sözde kalır bütün sözler
aşk çünkü, aşk çünkü kendine
bir yol, bir ideoloji ister.

bilirim, çöl rüzgarlarında çalıdır bazı yaşlar.
sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
bir tarihe başlayacaksın, orası işte
benim tarihimle başlar.

ve say, geriye doğru, tek tek
sen de kalsın şimdi al bu taşlar.

*
yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor
oysa kimse yokmuş dışarda
içim dışıma vuruyor

sardunyalara su vermekle unutamadığımız şeymiş aşk:
alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,
sağ yanımda unuttuğun keder...


*

ne benim ellerim çalışkan eskisi gibi
ne senin kalbin benimkiyle sıcak
sevgilim sadece fakirlik
her şey bir iken ayırmak..

"büyük keder içerirmiş, gördüm, anladım
etten geçip aşka varanın sevgisi.
bunun yanında sevgilim bunun yanında
etin ihaneti, kısaca
hiçbir şeydir."


*
"bu dünyada insan dediğin ikiye ayrılır jospi
bir: ayrılıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi
davranan medeniler; bir: atlarına davranan
barbarlar. onlar atlarını çöle, topuğunu dikene sürerler." *
*
" bilirdim, biliyordum, biliyorum,
bittiğinde, geçtiğinde,
azaldığında sızı, iyileştiğimde,
o saman tadıyla karıştığında;
her şey daha acı olacak. "


*
"size,
nasılsın? diyerek başlayan telefonlarınıza
(garip, tuhaf aslında)
beyaz bembeyaz tabiatımla
"iyiyim"diyorum.
yani aslında korkuyorum
bütün bunlar kıyamet
bütün bunlar cinnet
bütün bunlar cinayet demeye,
bir daha düzeltilemeyecek sözler
söylemeye korkuyorum."


*

karınca

ruhumdaki sabır, kalbimdeki aşkla kurdum

kor dantellerden bu yolu, ormanın altına

yeter ki oku onu.



senin gördüğün ağzımın kenarında duran dua,

ben ayaklarımın altındaki toprağa, döktüğüm

gözyaşına inandım. öyle uzun ki dünya;

katlanmaya, kıvrılmaya, açılıp çarşaf olmaya.

mümkündür yol yapmaya bir ömür, yol almaya.


ah! yine de yolumdaki kederi kimse bilmesin,

büyüsün, genişlesin, dolansın ömrümü;

kapısı kapalı çoktandır, penceresi dargın.


kim anlayacak bu kor işaretleri?

kimsenin dilinden okunmasın içimde ufalan.

ovada ve dağda saklı bir mavi için

düştümdü yola. benim de yaban bir çığlığım vardı,

çok zaman oldu, teslim ettim onu rüzgara.

kışa girdik kıştan çıktık

ama değişmiyor insan

*
"unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
dünya yordu bizi. benim de söyleyemediklerim
var. hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
uzun bir yolu geliyoruz seninle, yolu,
geldikçe anlıyorum ki, biz,
bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile."


*
seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınamadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım ?


*
"seni bir boşluğa attım,
gövdemi başka gövdeler bilmeyecek artık.
boşluk sesi ol,
hoşluk sesi ol,
sonra dönüp üz beni."


*
"bütün devrelerin birbirine girdiği bir dünya zamanıydı, viraneydi zahir. bizi ilmek ilmek sökmüşlerdi, hiçbir şey söktükleri yerde değildi.
...
sana gelmek için doğruldum ama olmuyor. ben bu nezaketle ve boynumda yaralı iki salyangozla ancak durabiliyorum. bölük pörçük bir cümle hatırlıyorum ama hatırladığım da hatırlamak olmayabilir!
inceliğim, dal gibiliğim, ellerim... insanın hayatla kurduğu ilişki en çok ellerinden okunurmuş. ellerimden okunuyor: sakin, zarif, yavaş, kuru. usul usul saça, yaprağa, suya, kapıya değiyor. usulca günü geceye, geceyi güne çeviriyor. ellerim, hayata karşı yeni bir merhamet.
...
aşk ve maraz, ihanet ve yara, ömür ve hafıza; dünyada bulunmanın bahaneleri, dünyada bulunmanın halleridir. işte bunlar üstüne düşünüyorum, kaç zamandır, burada, bu dingin bahçede, bu sessiz odalarda. sana gelmek için ağrımı uyandırmaya çalıştım ama olmuyor. mayalanmış o, mantarlanmış, beni bilmiyor. çok zamandır bunlar: sessiz ayaklarım, sessiz konuşmalarım, sessizlikten neredeyse unuttuğum nefeslerim, iççekişlerim. ellerim, çiçekler, bahçe.
...
alttan, yan bahçeden terasa dek uzamış ve terasın arka yüzünü neredeyse tamamen kaplamış bir sarmaşık gül ağacı. kendi haline bırakılmış, budanmamaktan kâh alıp başını gitmiş, kâh kalıvermiş. gövdesinin bazı dallarını unutmuş, kurumuş.. bazı dalları arsızca sarmış etrafını. üstünde pıtrak gibi açan beyaz katmer güller... burası kapalı bir yer: güllerin üstüne bu yağmur nereden yağıyor?
...
unutmakla unutmamak arasına gerili o sırat köprüsünden geçiyordum. karşımda iki eşek: "sen yana ben yana". duruyor. "ikimizin resmini çıkartmışlar yan yana". hey, doktor! ruhumdaki kadim yırtık hâlâ yerinde mi? karanlık ve içerlek bir cümbüş o, doktor! dik onu doktor. hey,"
dümen suyu, ba'dan

*

neden çocukluğumuzu arada bir her özlemden başka özlediğimizin kendimce yanıtını, zamanın ve acının tanımını bu kadından iyi vereni görmedim. onca erkek şairi bilip de soruyoruz ya, peki ya kadınlardan kimimiz var diye, sırf üç-beş şiir yazsaydı da adıyla yanıtlardım, şimdi bütün kitaplarını iki gecede yutuyorum da aklımı sağa sola çarpabiliyor diye "yeni şair?" diyene söylemeden edemiyorum. hep yazası.

"mevsimler birinden öbürüne devrilirken, elimizi arı sokarken, bisikletten
düşüp dizlerimizi kanatırken canımıza bir şey olurdu; hissederdim. ama
acıya dahil değildi yine de bunlar.
hayattı, yekpareydi işte.
zaman, hayatı parçalara ayırıp “parça parça” görmeye başladığımızda;
acı, o yekpareliği yitirdiğimizde oluşacaktı.
şimdilik, dünya geniş ve ılıktı. biz kendi ılık dünyamızın içinde salınan,
uçuşan perilerdik."

biz hep hayatımızın "o yaşadığımız an"dan ibaret olduğu zamanları özleyip duruyoruz şimdi işte. hayattı, yekpâreydi...

*
her gün bir kez bu kitabın başına geçtim. her gün bir kez
dışarı çıktım kırık bir bulutla yürüdüm, her gün bir insana
bakıp, yüzümü yere eğdim. her gün bir gazeteye boş gözlerle
baktım. her gün birileri konuştu, onları dinliyor gibi yaptım. her
gün bir kez "neredeyim" diye sordum kendime. her gün bir kuzey
kışı indi içime. her gün karşımda duran fotoğraflarına
baktım. bir kez öfkelendim her gün bir kez sordum kendime neden bu
kadar bağlandın. her gün adalet ve zalimlik üzerine düşündüm.
belki de her şey. her gün bir barbar, bir medeni ile gezdim
sokaklarda. minareleri her gün sabaha ezan sesleriyle ben açtım. her
gün bir perdeyi aralamaya çalıştım. her gün hiçbir şeyi
anlamadığımı düşündüm, her gün her şeyi anladığımı
düşündüm. güvercinleri yolculadım. her gün, günlere
dayanamadığımı düşündüm. kitapları alt alta dergileri
kıvırarak yan yana dizdim. ne idüğü belirsiz yerler benimle
yürüdü. gördüğüm her "cümle" bana bir bıçak gibi battı,
anlamadım. her gün bir taş parçası söktüm içimden. her gün
uyku beni koynuna alsın diye yalvardım. her gün, gün bitiyor gece
bitmiyor dedim. her gün işlerin beni avutmadığını gördüm.
ayrılık günlerini sonradan niçin sisli bir perde gibi hatırlarız
diye sordum. öfkeni unutma dedim kendime her gün, unutursan
düşersin dedim. her gün en az bir saati ayakta durmaya, dimdik
durmaya ayırdım. her gün ömür sözcüğünü bir kez kalbimden
geçirdim. her gün ömür sözcüğü kömür gibi tınladı içimde.
her gün sana içimden bir kez "sevgilim" diye seslendim. her gün sana
bir kez "zalim" diye seslendim. her gün, yan yana oturup birbirine
rikkatle bakan iki yaşlı kadını düşündüm. her gün o
kadınların bu fotoğrafı yırtıldı dedim. her gün "âh" ettim bir
kere, bir kere o âh'ı geri aldım. her gün "yol arkadaşım" dedim,
kahırla kapladım sözlerimi. her gün acını tattım. her gün
unutmak için değil, unutmamak için ağu kattım kalbime. her gün
insan olmak ne çok kusur içeriyor diye düşündüm. her gün bir
kilidi açmaya çalıştım. başka bir şey vardı, başka bir şey;
ben sana dünyanın değil yeryüzünün diliyle seslenmiştim. çile
nedir, günah ne? bana ne bunlardan. dünyanın merkezi sendin her gün
ben senden uzayan uçsuz bucaksız bir kara.
karrrrrrrrrraaaaaaaaaaaaaa.

*
sana böyle akmaktan çok korktuğum için
oldu herşey
şelaleler de bu yüzden ilgilendiriyor beni

...dünya çok üzücü bir yerdi savaş filmlerini ve samurayları eskisi gibi sevmiyordum... bir boşluktan aşağı mı bırakıyorudum kendimi... teller tenimi çizip canımı mı yakıyordu... mutsuzluğuma mı alışıyordum seni severken, yoksa kan kaybından mı ölüyordum... daha fazla parçalanacak parçam yoktu...

neyse,
sevgilim telefonun öbür ucunda ruffles yiyordu

ben meleğimin kanatlarını kırdım, ordan geliyorum
siz yine de ikiz bardakları kırmayın
bir deliydim, elementlerin de ruhları olduğuna inanıyordum,

aklıma suyun intiharı geliyordu hep şelale deyince
divaneliği söylüyordum

sana böyle akmaktan çok korktuğum içindi
şelalenin sinirini bozdum az önce
ordan geliyorum.

*

"bir çiçek açtığında
bir eski avluda
diyor ki;
çalıda sarı bir çiğdemim ben
ve senin çok eski bir cümlen.

sen otursan, gitmemiş ki! olsan
ben sana bir eski endülüs avlusu
istersen serin bir portofino getirsem
ya da yedigöllerin yedisini birden.

bir çiçek açtığında
bir eski avluda
diyor ki;

her şey çok eksik ve neredeyse yok
gibiyken
buldum buluşturdum kendimi
geldim
tek eksik sensin! incecik, çilli bir
dille
sen de gelsen..

ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
begonviller ve bir mavi kapı
ve illa amansız bir avlu getirsem.

dünya soğur,akşam serinlerken,
benim sensiz sevinecek bir şeyim
yok.
kılı kırk yardım,altını üstüne
getirdim,
ve işte en gümüş
cümlem:

içimi açtım sana
içini açmak için"

 *
şubat

ben bu içimin yankısı, ben bu içimin koruyla
bu narı daha fazla taşıyamam.
düşecek ellerimden, dağılıp dökülecek odaları,
dayanamam.

benden sana mevsimlerden anne, uykularımdan tüller,
ömrümden ağrılar sızmıştır.
bu aşk bende bir imkânsızlık tasarımı gibi kaldı,
kaldıramam.

adı şubat olan bu şiirde kalbim
uzun bir nehir gibi ağrıyor. inat yumağım çözüldü.
sol omzundan siyah atımı, sana düştüğüm o eski şubattan
çukurumu alıyorum.
benden kalan boşluğa kırmızı bir araf düşüncesini koy.
nasıl hatırlanırsa bir yaprakta bir orman
bu kez o olsun beni sana hatırlatan.

bir gün olur senin de düşerse elinden nar
aşk bir gün seni de alır bir yerden bir yere koyar
ne zaman ki kaplar gönül mülkünü kar
çağır o zaman, anlatırım sana,
bir ömürden nasıl döne döne geçer turnalar.

sanma ki inadımda sarı bir safra
dilimde uçuşan rüzgârlı bir sayfa
sözlerimde silinmiş şifre vardır.
sökmedin beni çölden, yolum araftır.

*
gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.
ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.

döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu sema sensin döndüğüm.
sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.

onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.
bağışla kendini artık onu da
bırak gitsin.
o senin en ezel gününden kaderin
sen onu nasılsa bin kere daha
seveceksin.


Birhan Keskin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder