26 Ekim 2010 Salı

Yarımım...

Gölgen sıyrıldığından beri gölgemden,
Yarımım!
Uçsuz bucaksız kollarıyla sardığından beri yokluğun
Sende, yarım aklım!
İçimde biriktirdiklerimle
Hareket edemeyecek kadar ağırım.
Ellerin çekildiğinden beri ellerimden
Kolum kanadım, nefesim yarım!

Ayazıyla yaktığından beri rüzgarın...
Yarımım!
Yalan, zamanın ''ilaç'' olduğu!
Gitgide uzaklaşacağıma
Yakınlaşıyorum sana gitgide...
Anılarda, düşlerde hep aynı resim!
Yüreğimi eziyor sensizlik
Yüzümü yüzüne sürmek istiyorum.
Diğer yarıma hasret bir yarım!
Kanatların çekldiğinden beri üzerimden
Yarımın kaldığı yerde, aklım!

Sensizliğin dipsiz kuyusuna bıraktığımdan beri kendimi,
Yarımım!
Sevincim, tebessümlerim, uykularım,
Bir zaman seninle tamamlanan hayatım,
Doldurduğum bardak bile...
Her şey her şey yarım.

Ellerim, seni sakladığım yere dokunuyor hep
Orada benimle yaşayıp, benimle yaşlanıyorsun.
Sende kalan;
Hala senin olan sol yanım...
Geri kalan hayatım...
Dedim ya; her şey yarım!

Bir dalgada sürüklendiğimden beri apansız ,
Hiç dinmedi sızım.
Kalbimde kocaman, karanlık bir boşluk...
Açık bir yara...
Tenimde hasretinin dudak izleri...
Yarım kalan sevdamın hüznüyle;
Notları yarım bir şarkı gibi...
Yarımım şimdi!

Suskunluklarıma  tutsak edilmiş düşlerimde,
Dönülmez sınırlarda...
Hala senin olan sol yanımla,
Tükeniyorum.
Merak ediyorsan...

22 Eylül 2010 Çarşamba

21 EYLÜL 2010

dikenin
kalbime battığı bir sonbahar günüdür
21 EYLÜL 2010! 


“Bir kente, aşkın için gelmek ne güzel,
ama aşkın için bir kenti terk etme!” demişti birisi…




Denizle tuz gibi karıştı aklım
Bir sana tutkunum, bir sana düşman.

Kalbim avucunda yok gizli saklım,
Bir sana tutkunum, bir sana düşman.

Dalgalara yenik düştük küreğim,
Yelkenler perişan yerde direğim
Gel gitlere boyun eğdi yüreğim

Bir sana tutkunum, bir sana düşman.

Bir sevdazedeyim köhne kayıkta
Gönül anaforda can kayalıkta.
Temmuz güneşisin sen aralıkta

Bir sana tutkunum... Bir sana düşman!


Sen yaşama sevdamın
Tükenmez özlemi
Gecenin orta yerinde
Mutluluk şarkıları söyleten
Yalnızlıklarımın son durağı
Ve sen vazgeçilmezim...


hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan
koşar gibi yürüyüşün
karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün

hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın
karanlık boşluklarında akıp giderken zaman

adımla nasıl berabersem öylece beraberiz
seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye
gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat
koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz
ve sonra her zaman her ölümlüye
aynı şartlar altında kısmet olmıyan
gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda

hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın

Attila İlhan


dikenin

kalbime battığı bir sonbahar günüdür

sen elini bulutların içinde gezdirirsin

bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler

içini kurtlar kemirir

bence malumdur

buğulanmış camların arkasında masmavi yüzün

senin ateşler içinde olduğun

bence malumdur

ellerin muhakkak çocuk elleridir

hep kimsenin bilmediği türküler düşünürsün

onlar neden daima okul türküleridir

süleymancıktan bahseder

kara toprakta açık yeşil bir yıldız gibi akıp giden

süleymancıktan

ve karınca yuvalarından bahseder

ışıksız kömürsüz karınca yuvalarından

gökyüzünde kızıl bir hilalin kaydığını görürsün

sen ansızın gökyüzünde görünürsün

gözlerinin rengi

bence malumdur

elinde değildir akşam serinliğinde üşüsün

eylül'den itibaren geceler hazindir uzundur

sokaklar yorulur uykuya varıp gelirler

sokakların üstüne bulutlar gelirler

bulutların üstüne yıldızların gözleri gelir

bir yıldız bir yıldızın ardınca gider

yıldızların kaybolduklari yer

bence malumdur

karanlıkta bir şeyler kopar dağılır

uzaktan yabancı sesler duyulur

sen elini bulutların içinde gezdirirsin

elin hayallerimi dağıtır

bilirsin

sen elini bulutların içinde gezdirirsin

ATTİLA İLHAN

16 Eylül 2010 Perşembe

Otuz Yıl Önce Gel!


SEN Mİ GEÇ KALDIN,
BEN Mİ ACELE DAVRANDIM?
ŞİMDİ GİT…
OTUZ YIL ÖNCE GEL!

Öylesine, sıradan, rast gele, ama en sıcak gün. Seni beklemenin çalkantısı belki bir başlangıç, belki ertelenmiş düşlere uyanmaktı. Yaşamaktı yaşanamamışlıkları...

Geç de olsa, yanlış da olsa, hata da olsa yaşamaktı!

Ama o gün değil, hemen değil. Ölçülmeli, tartılmalıydı önce. Uygunsa... Ondan da öte, prensipler çiğnenerek, değerler yakıp yıkılarak, onur kırılarak, aşağılanarak belki de!

Kararlı ve tutarlı davranılacaktı bu kez. Her şey göze alınacak, umursanmayacaktı hiçbir şey. Hepsinden de önemlisi, pişman olunmayacaktı, keşke denmeyecekti asla.

Bir kez. İlk olduğu muhakkak. Son mu? Bilinmez!..

Her şey göze alındı. Kararlılıkla çıkıldı yola. Ardından yıllardır yalnızlıkla paylaşılan yaşama merhaba…

Cahit Sıtkı’ dan güçlü istedi ikinci kadehte ilk sevgiliyi...

Ve geldi! Hiç beklenmedik bir anda...

Yaşanılacak yarım kalan sevgiye, geciken sevgiliye kadeh kaldırılırken indi balyoz masanın tam orta yerine. Ömrün sonbaharının yaşandığını haykırıyordu, sahneden yankılanan ses.

Oysaki öbür kadehi tutan eller, henüz ilkbahar çiçekleri dermekteydi. Artta bırakılanlar onun önündeydi.

Alev alev buz kesti bedeni. Tabakta balık dondu beyniyle aynı anda. Kadehteki rakının alazından, yüreği yandı yüzünden önce. Söylenmese, ağladığını bile fark etmedi.

Ayaklar altında çıtırdayan güz yapraklarına filiz vermek, hayat vermek...

Umut!.. Sahte!.. Gelgeç!..

Görmezden gelindi. Yok var sayıldı gerçeğe inat. Bahar yaşanacaktı zamana inat.

Hançer oldu, kurşun oldu, zıpkın oldu, yumruk oldu zaman, yürekle beyne aynı anda hedef alarak. İsyan etti yürek. Bedense avaz avaz. Yürek acıdı önce, bedense ardından...

Tam teslim alırken özlemler alev alev, volkan volkan, dört bir yandan kurşunlar yağdırdı gerçeğin acımasız silahları.

Olmadı, olamadı!..

Ve hiç tereddütsüz, iyice inanıldı ki, insan neyse o. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, olmuyor, yırtamıyor büründüğü gömleği, yıkamıyor özenle ördüğü duvarları; değişemiyor kısası! Zaman zaman ufak da olsa, değişimler yaşar gibi olsa da, olmadığını olamayacağını görüyor her defasında.

Daha öncekiler, teşebbüsten öte gidemedi. Kiminde bir adım, kiminde o tek bir adımı bile atamadan donup kalmak. Ya da daha geri gitmekle sonuçlandı hep.

Bu defa başkaydı. İlk kez, kararlı bir adım, ardından koşar adım...

Olmuyor! Olamıyordu! Olmadı işte!

Güzel yürekli genç adam.
Şimdi git.
Otuz yıl önce gel!
Ama mutlaka gel...
Çünkü beklenen sendin!
Hoş geldin.
Lâkin…

ÇOK GEÇ GELDİN!

''Bir Cümle'' Uzağındaydım Oysa...

                       
Yüreğime süzülüveren gözlerini,
İçimi titreten sesini,
Hiç dokunamadığım ellerini...
Sende her şeyi!
Ne çok sevmişim seni.
Ve bir daha
Senin gibi hiç kimseyi...

Küçük bir yürekte
Büyük bir sevdaydı benimkisi.
Işığı ve umudu olmayan çıkmaz bir yolda;
Sesi soluğu kesik,
Bir yarısı eksik,
Kırık bir sevda.
Yüreğim avuçlarında,
Bense
Bir cümle uzağındaydım oysa.

Ne ayaklarım yorulmuş sana koşmaktan,
Ne de yüreğim
Sana tutulmaktan.
Hiç korkmamışım
Bakışlarında kaybolmaktan.
Rüzgarında savrulurken bile;
Hiç pişmanlık duymamışım
Sevgine tutunmaktan.
Ve
Hiç usanmamışım
İzmir uyurken ağlamaktan.

Hiç kırılmamışım;
Dudağının kenarında muzip bir kıvrım…
Gözlerinde kaçamak bir bakış da olsam.
Hiç darılmamışım;
Yokluğuna uyandığım
Buz gibi bir döşek olsa da sevdan.
Ve
Yüreğine sürgün yaşasam
Yaklaştıkça uzağında da kalsam;
Hiç sorgulamamışım.
Acımasız soğuğun yüzüme çarptığında,
Canımın yarısı sende kaldığında bile;
Hiç kızmamışım.

...

Ansızın bastıran yağmurda ıslanmak gibiydi seni sevmek.
Ve
Bir sabah,
Hiç tanımadığım birini
Çılgınca özleyerek uyanmaktı.

Kalbin yanı başımda çarparken,
Sana uzak, hasretine yakın yaşamak...
Dudaklarının deydiği çay bardaklarını bile kıskanmaktı
Seni sevmek.
Şubat soğuğunda terlemek,
Temmuz sıcağında titremek gibiydi...

Sevgim dilimin ucunu ısırırken,
Susuşların ardına gizlenmekti
Seni sevmek.
Kavuşamayacağını bile bile
Kıyıya koşan dalgaların,
Umutsuz çırpınışları gibiydi...

Bazen daha da fazla bir şeydi…
Ne yapsam, ne tutsam, nereye gitsem
'' SEN '' di!

Ve
Her şeye her şeye rağmen...
Mutlaka yaşanması gereken,
Benzersiz bir duyguydu seni sevmek.

Bir şey vardı sende;
Yüreğimdeki ilk heyecanı gerçek,
Seni, vazgeçilmez kılan bir şey...
Bir şey vardı bende;
Razı, senden her gelene.
İçimin karanlığını,
Gözlerinin parıltısı keserdi.
Ve
Hiçbir şey bakışların kadar anlamlı değildi.

Sana bakarken yüzünün derinliğine batar,
Heyecanlanırdım.
Bakışlarından belli belirsiz, eksik tebessümler geçer,
Ben seninle çoğalırdım.
Bazen kıskanırken bulurdum kendimi;
Bana hayal olan sevgini vereceğin
O! Birini...
İçim ürperir, tenim soğur;
Bir yanım hüzün,
Bir yanım ümit…
Yanaklarımda kururdun öylece.

...

Ne çok istemiştim;
Yüreğine sızıp
'' Bir şeyin '' olmak…
Yaşamının anlamı,
'' İyi ki '' yanı gibi!
Avucunda sıcacık bir el,
Gözlerinde ışık
İçinde mutluluk gibi.
Ne çok dilemiştim bir ömrü...
Nerde nasıl olursa olsun,
Ama seninle!

Yetmedi dualarım...
Yetmedi seninle olmaya,
Hayatı paylaşmaya.
Ve
Tatlı bir huzurla
Göğsünde yaşlanmaya.
Yine de
Hiçbir şey, senin kadar yakışmadı alnımdaki yazıya.

Ne yaparsan yap!
Payında bahar yoksa eğer;
Olmuyor…
Geleceğe yazmamışsa kader;
Ne kaçılıyor, ne de kızılıyor...
Ve
Ne yazık ki;
'' Aşk tesadüfleri
Kader ayrılıkları '' seviyor.

                                       

31 Ağustos 2010 Salı

SON DÜĞÜM...



Ben çaresizliğin böylesini yaşamamıştım hiç.
Hiç böylesine sızlamamıştı yüreğim yokluğunda.
Belki yoktun yanımda;
Ellerin yoktu ellerimde, ama
Bir şeyler vardı aramızda sımsıcak
Hani anlatılmaz…


Sen hayatımdaydın ya;
Hiç o kadar yaklaşmamıştım bulutlara…
Unutmaya başlamıştım
En içli ezgileri, hüzünleri…
Yıldızlar başucumuzdaydı sanki!
Sen kanıma girmiştin ya;
İstememiştim senin kadar hiçbir şeyi...
Tek tek bağlıyorduk düğümleri.


Sen yoksun ya;
Ne yapacağımı bilemiyorum şimdi
Sensiz, gözlerinsiz...
Dokunduğun zaman yüreğini hissettiğim ellerinsiz…
Ben böylesini tatmamıştım hasretin
Susuzluğun böylesini duymamıştım.
Dilimde, unuttuğum içli ezgiler...
Bir parçam şimdi hüzünler.
Tek tek çözülüyor bağladığımız düğümler.


Susma öyle!
Kahrediyor susuşun,
İliklerime dek işliyor soğuğun.
Bir de ayazın ekleniyor yokluğuna.
Bilmiyorsun...
Çaresiz sıkıca bürünüp anılarıma,
Daha bir gömülüyorum yalnızlığıma.
Yüreğim parçalanırcasına arıyorum;
Bakışlarında yaşadığım sevgini.
Sesini, yüzünü, gülümsemeni...
Elimde değil çok özlüyorum seni.


İster miydim hiç böyle olsun?
Böylesine
Utancını duymak ister miydim yenilmişliğin...
Belki yoksun yanımda,
Gözlerin gözlerimde değil, ama
Hep son bakışın var aklımda.


Madem bildiğini okuyor zaman;
Madem geleceğe yazmamış, yazan…
Bırak!
Gözlerin yine yüreğime yaşadığını hatırlatsın…
Gözlerim yine gözlerinde ateşler yaksın.
Çözme n'olur!
Bırak, son düğüm bağlı kalsın!

SANA...


TUTAR MISIN ELLERİMDEN SANA DOĞRU DÜŞERSEM...?

Şimdi, belki de hiçbir şeyin...

Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok belki de. Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum, seninle konuşuyorum. Sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum... Cümlelerimi kısalttım, kelimelerim buruk, yarım gülüşlerim var; artık istemediğin dudaklarımda.

İçimdeki sevgine, yerine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum! Bende olan seni, hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de... Sendeki benin nasıl olduğunu, anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum... Eskiden de hep merak ettiğim gibi...

Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda...Sadece bir mevsim yaşanan, ama bir ömür gibi gelen aşk. Kalbim, seni halen benimle biliyor ve ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum. Çok eskiden olduğu gibi; yine her yerde sen varsın, her şarkıda, her gördüğüm insanda, denizde, gecede, uykumda. Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...

Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın; dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın, mutsuzluğun oldum. Ağladığın, bağırdığın ya da sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum. Yüreğindeki kadın ben olmak isterken, yüreğine sığınan ve tozlanacak olan bir anı oldum. Haketmediklerin, ''artık yeter!'' dediklerin! Her şeyin olmak isterken, şimdi belki de hiçbir şeyin oldum. Söylesene, ben gerçekten senin neyin oldum?

***

ÖZLÜYORUM SENİ...

... Zaman sensizlikle karışınca, adı yanlızlık oluyor. En çok sözlerini özlüyorum, bir de tebessümünü...

Sen bensiz belki mutlusun, ama bana sensizlik çok koyuyor. Seninle olmak güzeldi, sevmek seni bütün ihtimalsizliklere rağmen; kapılıp rüzgarına, gitmek güzeldi....

Şimdi ne varsa içimi yakan, hepsi biraz da tebessüm barındırıyorsa içinde, her şeye rağmen seni sevmeyi becerebildiğimdendir.

Sarhoş kavisler çiziyor rüyalarım, bir sana, bir yalnızlığıma çarparak kabuslarla uyanıyorum. Geniş ama zor bir yolda yürürken, bir anda bitiyor sokaklar, düşlerimde bile sana ulaşamıyorum. Hep kenarında duruyorum hayatın, korkuyorum sensizlik itecek gün gelince beni aşağıya. Kuşatılmış bir şehir gibi, senden görünmez duvarlarla sarılı dört bir yanım, üşüyorum.

Bazı geceler yağmur başlıyor, çatıya düştükçe damlalar sesleri büyüyor, ürküyorum. Yanımda olsan, sarılsam, güven duysam olmaz mı? Olmaz, biliyorum. Biz bir türlü olamıyoruz. Bizden daha büyük olan şey; neyse o, engelliyor ikimizi, birbirimize tutunamıyoruz şu mahzun gece yarılarında.

***

Ya sen olmasaydın
Söyle bana ben niye var olacaktım ki?
Sensiz bir dünyada...
Umut ve pişmanlık duymadan...
Yaşamak için mi?

Ve sen olmasaydın eğer
Aşkı icad etmeye çalışırdım
Tıpkı bir ressam gibi
Parmaklarının altında
Günün renklerinin doğduğunu gören
Ve onlara bir faydası olmayan...

Ya sen olmasaydın
Söyle bana ben kimin için var olacaktım ki?

Ve sen olmasaydın eğer
En fazla bir nokta olurdum
Gelip giden bu dünyada
Kaybolur giderdim
Ve yine sana ihtiyaç duyardım.

Ya sen olmasaydın
Söyle bana ben nasıl var olacaktım ki?
Kendimmiş gibi yapardım
Ama gerçek olmazdım ki...

...

29 Ağustos 2010 Pazar

BUGÜN... Ben



İşte bak, biliyordum... Ellerini çok özledim ben.

Merhaba sığınağım, merhaba dostum, sırdaşım, ''ada''m...

...

Sen ol yeter ki bu zaman içinde
Ben olmasam da olur
Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır
Bitmiyorsun

...

ne gece ne gündüz,,
ne yagmur ne rüzgar.
aklimda ismin.
yüregimde özlemin var..
izmir.. deniz hepsi bahane..
sadece özlemin var icimde...

...

sensizlik vurdu yine gönlüme bu gece çaresiz kaLbimin çığLığını hiçbir şey susturamaz belki yanlızlıktı bu sesler belkide yoksunluk sensiz kaldığım gecelerde vuran saat sesLeri bir nebzede olsa çare oluodu kalbımın çığlığına, gel desem arkana bakarmısın yine bir kerede olsa sarılırmısın bana bırakmadan sankı hiç bırakmıyacakmışsın gibi elimi son kez tutarmısın...

...

Tüm yalnızlığıma, çaresizliğime inat
Yaşanmayan anları düşlerimde de yaşarım
Usul usul
Belki unuturum gözyaşlarımda yokluğunu
Damla damla

...

Nasil da zordur uzaklarda sevmek birini. Hele de "gözden irak olan
gönülden de irak olur" sözünü çürütürcesine içiniz yaniyorsa... O`nun - belki de- hiç umrunda olmadigi bir zaman, uzak yollara, elinde sigara bakakalmak nasil bir siirin baslangiç dizelerini olusturur?

... Yani sen elmayi seviyorsun diye elmanin da seni sevmesi sart mi? yani Tahir `i Zühre sevmeseydi artik. Tahir ne kaybederdi Tahirliginden ?
Tahir olmak da ayip degil, Zühre olmak da Hatta sevda yüzünden ölmek de ayip degil...

Tilbe Saran`dan dinlemistim ilk kez Nazim `in bu siirini... Gece karanliga dogru geçmisti ve ben yollara bakiyordum... Uzaklardan sevmek daha bir zormus ve herkesin harci degilmis, bir kez daha ögrendim...

...

yoklugun icimde öylesine üsütüyorki beni...seni özlemekten degil yorgunlugum..sadece zaman yavas isliyor..saatler kursun yemis askerler gibi agir gidiyor...
icimde ne varsa görünmez ellerde boğulmakta...

duygularim ..parca parca...ne kötü bir sey seni özlemek...önce bilirdim dönecegini..vaktini saatini...artik dönmeyeceksin.öyle dedin...dönersen ruhum gittigim yerde kalir dönen bedenim olur dedin..bilsen sen giderken benden neler götürdügünü...

sevinclerim .gelecegim.umutlarim..hepsi sende kaldi..bana kalan aska dair cekilen acilar...birde senin son gülüsün..hayata tutunuyorsam..kulağımda kalan son gülüsün yüzünden ..sen mutluydun..ben ise bir ölüydüm...bedenimde ruhum bostu ,ruhumda sen yoktun,yoklugun kaldı ellerimde...

...

Ayakta durmaya çalışıyorum,ayaktayım ama ne öyle aman aman gücüm var ne de yaşama dair heyecan ve sevdam.

Bir gün daha yenisine eklenirken, her şey aynı. Değişen sadece zaman ve her gün biraz daha artıp derinleşerek yaşama gücümü kıran özlemin. Boğazım düğüm düğüm. Yüreğim incecik.Gözlerim her an akmaya hazır ve ben tüm bunlarla başa çıkmaya çalışıyorum.

....

Özlem, tek yönlü uzun bir yol işte! Gidip de dönmeyen... Aklıma düştükçe bakışların, bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde ve canıma batar kırıkları her keresinde...

...

Bir gün daha yenisine eklenirken, her şey aynı. Değişen sadece zaman ve her gün biraz daha artıp derinleşerek yaşama gücümü kıran özlemin. Boğazım düğüm düğüm. Yüreğim incecik.Gözlerim her an akmaya hazır ve ben tüm bunlarla başa çıkmaya çalışıyorum.

Yağmur yağıyor. Her yağmurda olduğu gibi, yine içime hüzün doluyor. İçime içime SEN yağıyorsun… Her yağmur damlasında, her şeyde biraz SEN varsın zaten.

...

İnsan bazen bir elbiseyi, bazen bir dostu, bazen de bir aşkı taşımaktan yoruluyor. Ben yorulmayı geçtim, boğuluyorum, desem...

...

Boğazımda düğümlenen onca sözü azad ettim. Aç avuçlarını… İster yakala, İster bırak dökülsün yere, at gitsin! Ya da ez bitsin…

...

28 Ağustos 2010 Cumartesi

SEN UYURKEN...

Bu gece,
Ruhumun kanatlarıyla
Süzüldüm yanına gizlice…

Sen uyurken,
Bir çocuk masumiyetinde...
Hasret kokan saçlarına dokundum önce;
Gözlerine, ellerine...
Sonra,
Minik bir öpücük kondurdum yüzüne.
İçim titredi sıcacık nefesinle.
Öyle özlemişim ki seni,
Ezbere bildiğim yüz çizgilerine
Dalıp gittim öylece...
Sen uyurken
Ben,
''Seni seviyorum'' diye fısıldadım
Ürkek bir yürekle…

Sonra, usulca sokuldum
Boynunun benim olan yerine.
Ürperdim
Derin derin çekerken kokunu içime.
Çırpınan yüreğimle
Yaslarken başımı göğsüne,
Özlediğim o huzur yayıldı bedenime.
Sıcaklığını paylaşırken seninle,
Varlığına şükrettim binlerce.
Ve
Ayrılığımıza ağladım sessizce.
Sen uyurken bu gece
Ben,
'' Hasretine dayanamıyorum '' diye fısıldadım
Paramparça bir yürekle...

Tenimi sararken teninin sıcaklığı
Ben ateşinle kavruldum.
Nefesin karışırken nefesime
Ben aşka, sevdaya bulandım.
Acımasız bir sızı saplandı yüreğime,
Harcanan hayatlarımıza yandım.
İçimde yangınlar...
Sen uyurken
Ben… Razıydım
Seninle geçecek bir ömre
Ömrümün yarısını vermeye.

Gün ışığı vururken pencerene
Ben seni seyrediyordum yine.
Parmak uçlarımda sıcaklığın
Yanında kalmak istiyordum ömrümce...
Dönmem gerekirken
Kahrolası sensizliğime ve iç çekişlerime
Hıçkırıyordu gönlüm çaresizce.
Bu gece... Yaş günümde
Sen uyurken
Ben…
Üzerini yavaşça örterek sevgimle…
''Yüreğimi yastığının altına bıraktım '' diye fısıldadım
Buğulu gözlerimle.




    AİLENLE BİRLİKTE,

SAĞLIKLI, HUZURLU VE MUTLU

NİCE SENELER GEÇİRMEN DİLEĞİMLE

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Ne zahmet?

23 Ağustos 2010
Ne zahmet?

Ateşkes’in dibinde yatan hinoğlu hinliği tam bilmiyoruz ama teröristlere “Niçin ateş kesiyorsun” diye sitem edecek halimiz var mı?
Adamlar ateşe başlarken bize mi sormuşlar ki ateş keserken sorsunlar?
İster ateş ederler, işter ateş keserler, kendileri bilir. Terörist bunlar. Adı üstünde.
Hem size birşey söyleyeyim mi?
- Biz zaten şerbetlenmişiz.
Bölücü terör bize işlemez artık... Biz zaten bölünmüşüz.

*

Sadece şehit veriyor değiliz. Hakarete uğruyoruz, aşağılanıyoruz, onun bunun oyuncağı oluyoruz. Yetmiyor. Bir de içerden vuruluyoruz.
Bu durumda terör ne yapar?
Vız gelir, tırıs gider.
Ateş kesmezse ne olur?
Hatırım kalır.
Zaten içimizde bir kısım zevat ateşkes’e üzülmüyor mu? “Niçin ateş kesiyorsunuz yahu? Ateşe devam etsenize” diye sızlanmıyor mu?

*

Bölücü terörmüş.
Neymiş?
Bölücü. Yok canım... Biz bölünmeyecek kadar dağılmış bir kitleyiz. Terör bize bakıp asıl kendi bölünebilir.
Nitekim gördünüz, iki gündür yine çatışmalar var. Çünkü ateşkes bile bizim karşımızda disiplinini kaybetti.
Bizde bölecek birşey kalmayınca terör de şaşırdı kaldı, ne yapacağını bilemedi.
İşte... Terörle mücadelede yeni yöntemimiz budur sevgili arkadaşlar: Ona vak’a-i âdiye muamelesi yapıp kafanızı çevireceksiniz ki - meğerhavanda su dövdüğünü anlasın.

Rauf Tamer

Pervane mi, yoksa Mum Olmak mıydı AŞK?...


Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?

Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini...

Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir... 'Aşk odu önce ma'şuka, andan âşıka düşer.' derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın...

Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor.

Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet... Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün...

İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek. Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap... Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.

Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane 'hakkal yakin' biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı...

Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum... Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek...

Mecnun Mum ve Pervane
Bir gece Mecnun´un yaktığı
Bir mumun etrafında
Dönüyordu
Zavallı incecik bir pervane
Mumsa devrilmek istiyordu
Pervane yerine
Mecnun´un üstüne üstüne
Sevgili mum
Dedi Mecnun
Sevdim seni
Acıdığın için pervaneye
Bende önerirdim
Kader izin verseydi
Beni yakmanı
Onun yerine
Ama acele etme vakit var
Sayılıdır saatler dakikalar
Azrail bile senden sabırlıdır
Burada sencileyin benim de işim var
Ben herkes için
Değişik ve ayrı dozda
Soyut bir otobiyografyayım
Herkesin yaşadığı bir iç tarih
Hekesin yüreğinden geçen bir coğrafya
Gidip gidip varacakları
Fakat ulaşamayacakları
Bir panorama
Kaderin zaman zaman
Kabaran kanlara uyguladığı
Nirengi noktaları batmış
Beyaz bir karanlığa batmış
Mutsuzca mutlu bir topoğrafya

Sonra gece bitti mum söndü
Bu söyleşilerle tan atarken
Pervane Mecnun´a
Mecnun pervaneye döndü


Bütün aşk hikâyelerinin en unutulmaz en heyecan verici sahnesi, sevenin sevgiliye ilk baktığı andır şüphesiz...

Daha doğrusu, onun yüzünü ilk gördüğü vakit aşıktaki içsel değişimin başladığı an, gözün sevgiliye ilk takıldığı saniye dilimidir ve aşığın bütün biyografisi, bu “ilk bakışın öncesi ve sonrası” ndan ibarettir .

Kalpte ateşin yükselmesi, aklın ve sabrın ateşe düşmesi o ilk bakış ile başlar. Kılıcın kınından sıyrılması yahut okun yaydan fırlamasıdır bu!

Sevgilinin yüzü kınında bir kılıç yahut sadakta bir yay gibidir; bakış onu kınından ve sadağından çıkarır.

Sevgili’ nin yüzü mü aşk yangınını alevlendiren ilk kıvılcımdır, aşığın kalbi mi?

İlk bakıştan sonra suda titreyen bir mehtap
Göz… Savaşı başlatan haberci
Bakış… Elde olmayan kader; ilahi kaza
Ve aşk… Kalp ile göz arasındaki kutlu bir hadise.

Çok sonraları kalp göze diyecektir ki,

“Ben bu onulmaz derde iten sensin. Safayı sen sürdün, acıyı ben çektim.

Nimet senin, zahmet benim oldu. Sen sevinirken, kaygılanan ben oldum.

Bakışlarını arttırdıkça sen, dertlerimi çoğalttın benim. Zafere eren sen, hezimete uğrayan ben.

Sen emirlere itaat edilen hükümdar oldun, ben senin peşinde koşan tebaan Sen emir ben esir. Sonra devam eder:

- Ey göz! Sen ikisin ben birim. İki kişinin bir ferde saldırıp onu öldürmesi zulüm değil de nedir?…

Göz, buna karşılık ayet-i kerime ile cevap verir:

- Gerçek şu ki; gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur.
(Hacc 46)

Göz görünce bir kez, geriye ne kalır?

...
                                                          Hatırladığım bir karanlıktı önce
Beni göremeyişin
Sana uçamayışım
Bilmem, belki de öğrenmedi kanatlarım.

Karanlıktaydım önce
Ben, ışığını arayan pervane
Sesini duyuyorum, seni bulamıyorum.

Elini ver, tam buradayım
Seni arıyordum
Hiç durmadım ve yorgunum
Bak, tam buradayım
Bırak artık omzuna konayım.

Işıklar pervanenin ölümüymüş derler
Derler ki gözlerini kör edermiş hareler
Hiç görmedim ki ışığı ben, nasıl kör olayım.

Bak, tam buradayım
Bırak artık omzuna konayım…

Öyle İçimdesin ki;

Öyle içimdesin ki;
Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların.
Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla,
Belki de her zamankinden daha yanımdasın.
Yani öylesine, o kadar bensin ki...
Ah, nasıl anlatsam.

Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım.
Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var.
Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor.
Kelimeler eksik, kelimeler yaralı.
Kelimeler cılız.
Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu.
Ben de.
Çok başka bir şey.

Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan?
Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken?
Gözlerine buğu, diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?

Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu!
Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde.
Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar.
Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni.
En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine...

Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım.
Paylaşamadım yanlış yaptım.
Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar.
Kendimi oradan oraya vurmam.
Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam,...
Hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam.
Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.

Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan,
Duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor.
Tutunamıyorum.
Renklerim, gün içinde değişiyor.
Soluyorum, soğuyorum.
Güneş ulaşmıyor içerilerime.

Küfleniyorum, yaşlanıyorum.
Yalnızlıklar peşimde.
Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme.
Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.

Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum.
Yollar, gitgide uzadı ve karıştı.
Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var.

Ah, onun ne olduğunu biliyorum.
Sonu sana geliyor her cümlenin.
Her şeyin başında içinde ve sonundasın.
Bu değişmiyor.
Öyle içimdesin ki....

Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.
Çok mutluydum.
Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım.
Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.
"Yine zamansız yağmurlar" dedim,
"Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim,
"Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim.

Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum.
Neler yazmışım diye merakımdan…
Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım.
Büyük harflerle, yalnızca adını!
Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum.

Mektup cebimde.
Cebim yüreğime yakın.
Yüreğim sende.
Sen yüreğime yakın.
Öyleyse mektup sende.

Bu kadar içimsin işte!
Bu kadar…

19 Ağustos 2010 Perşembe

Çocuk Olmak Güzeldi...


Çocuk olmak güzeldi. Masallarla uyumak,prens olacak hayaliyle kurbağaların peşinden koşmak, Aladdinin lambasını aramak güzeldi. Mutlulukla uyanmak güzeldi. Çocukluk umutları güzeldi. Sahip olduğumuz küçük şeylerle havaya uçabilmek,bir elma şekeriyle mutlu olmak güzeldi.
Küçük şeylere sahiptik, ama mutluyduk. Stressiz bir hayata sahiptik. Hayaller kurardık ve tüm hayallerin sınırlarını sonuna kadar zorlardık. Hep mutlu olacağımızı sanırdık. Yarın ne olacak diye sorunumuz yoktu. Hiçbir şeyi umursamazdık. Koşar,zıplar eğlenirdik. Bizimle ilgilenmediklerinde avazımız çıktığı kadar bağırır dikkatleri üstümüze çekerdik. Anne babamızın her zaman yanımızda kalacağını ve hep mutlu kalacağımızı sanırdık.

Ve yaşanan bunca güzelliklere rağmen hep büyümek istedik. Zaman neden çabuk geçmiyor diye üzüldük. Neden di bu büyüme özlemi bilmiyorum. Belki de özgür bir hayat yaşamak, istediğin her şeyi yapabileceğini düşünmekti.

Büyüyünce hayatın derin karanlıklarında kaybolacağımızı ve çocukluk umutlarımızın, mutluluklarımızın tozlu raflarda kalacağını ve o günleri arayacağımızı zaman ne çabuk geçiyor diye yakınacağımızı,hatta zamanla bile yarışacağımızı bilemedik. Tekrar küçük olamayı isteyeceğimizi BİLEMEDİK!


Keşke hiç büyümeseydim!

Keşke hiç uyanmasaydım beni uyutan masallardan. Ne güzeldi kırmızı başlıklı kızın, pamuk prensesin hikayesi.. Nasıl da özlüyorum hepsini masallara inanışımı nasıl da özlüyorum.

Bir zamanlar koşup oynarken düştüğümde dizlerimi kanatıyordu hayat şimdi ise kalbimi!

Acaba yine koşsam zıplasam etrafı dağıtsam,avazım çıktığı kadar bağırsam kimse görmeden koltukların tepesinde zıplasam da kimse kızmasa

Keşke hiç büyümeseydim!

Hayatın ne kadar zor olduğunu bilmeseydim. Keşke bebeğime sarılıp masallardaki prensesleri,prensleri hayal ederek uyusaydım da bu hıçkırark ağlamalarım olmasaydı.

Keşke kalbim bu kadar kırılmasaydı. Ben büyümeseydim!
O zaman görmezdi gözlerim etrafta dönen bunca oyunları
O zaman hissetmezdi kalbim bunca acıları.

Tertemiz kalbimizden öğrendik biz sevmeyi. Çocukluğumuzun saflığından öğrendik sevmeyi, sevilmeyi. Nerden bilebilirdik bunların çocuklukta kalacağını. Bu temizliğin saflığın büyüyünce kaybolup gideceğini.

Keşke hiç büyümeseydim diyorum!

Hayallerimiz böyle değildi bizim. Biz çocukluk saflığımızla hep mutlu olmayı hayal ettik. Rüzgarın bizi kum tanecikleri gibi savurup gitmesini istemedik. Oysa hayatın tekmesini yedi küçük yüreklerimiz. Zalime zulme yenildik hepimiz. Biz çocuk yüreğindeki saflığı taşımayı bilebildiğimiz halde kimse korumayı bilemedi.


BİZ HAYATA YENİLDİK
Ama o yıllara dönüş yok
Hayat denen karanlığın gölgesinde
Kimi zaman düşerek,
Kimi zaman dik yürüyerek
Kimi zaman nefes alarak,
Kimi zamanda almaya çalışarak,
Var olma savaşı vereceğiz.

VE,
DAHA DA BÜYÜYECEĞİZ...  Aylin AYDIN


* * *

Keşke hiç uyanmasaydım beni uyutan masallardan.. Ne zaman bitti o yollar, o ormanlar?

Peki ya, ne zaman yoruldu Aladdin lambasını ovmaktan?

Ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüz yıl uyuyan güzeli uyandırmaktan?

Daha uyanmamalıydım oysa..

Büyüdüm mü küstüm mü bir şeylere ne; inanmaz oldum o masallara.

Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu..

Dinlerken hep kızdığım Kırmızı Başlıklı Kız...

Şimdilerde nasıl da özlüyorum hepsini.

Nasıl da özlüyorum masallara inanışımı..

.....

Keşke kalbim bu kadar kırılmasaydı da, ben olgunlaşmasaydım.

O zaman göremezdi gözlerim etrafta dönen bunca oyunları.

O zaman hissetmezdi kalbim ihanetleri, sadakatsizlikleri.

Bu aldanışlar da olmazdı o zaman, bu aldırışlar da!

Yaşam adına açılmış savaşlar da olmazdı!

Bu kazanma hırsı da!

Tertemiz bir dostluktan çaldık biz sevmeyi, nerden bilelim aşkın bize çarpacağını.

Avuçlarımıza battı kırıkları, akan kanlara öylece bakakaldık.

Bilseydik aşkın üzerimizde kırılacağını açarmıydık semaya ellerimizi.

Günlerce,
gecelerce gözyaşları biriktirdik satır aralarında.
Yasak dediler;
köşemize çekilip ağlamayı seçtik,
savaşmak yerine...
Oysa bir yerde bir umut vardı,
bilemedik...

Biz korkular biriktirdik dudaklarımızın buluştuğu noktada.

Cesaret diye bir şey vardı, ama biz kaçmayı seçtik direnmek yerine.

Keşke hiç büyümeseydim diyorum, keşke hiç büyümeseydim.

Bir gün kum tanecikleri gibi dağılacaktık biliyorduk, ama biz uzun zamanlar hayal ettik.

Rüzgarın çıkmasına dalgaların şahlanmasına çok var zannettik.

Oysa onları bile göremedi küçük yüreklerimiz. Biz kendi kendimizi yok ettik.

Korkularımız yendi bizim sevdamızı, daha ufacık meltemde kendimizi salıverdik.

Biz ne zamana, ne zulmete, ne de zalime yenildik.


Biz,
bir çocuk yüreğindeki saflığı sevdaya taşımayı bildiğimiz halde;
o çocuk kadar cesarete sahip olmayı bilemedik.

Biz sevdamızı alıp omuzlarımıza;
yollara düşmeyi,
sadece kendimiz olmayı bilemedik.

Oysa biz,
başbaşa kaldığımız gecelerde hayallerle neleri bilmiştik.

Biz..." güçlü olmayı " bilemedik.

**



Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü.
Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...

Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı...
Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilm e korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi... Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk...

M. Başaran

Onlar da '' Yaşama Hakkına '' Sahipler!


18 Ağustos 2010 Çarşamba

Güzelim Ege Şivesi...

Çok sevdiğim, yazıya dökmenin mümkün olmadığı bir şive; Ege Şivesi...

Şehir merkezlerinde fazla kullanılmamakla birlikte ilçe ve köylerde kullanımı oldukça yaygındır.Sıcacık memleket kokan kelimeler, cümlelerdir. Bir anda kulağınıza çalındığında, gülümsemenize ve kendinizi güvende hissetmenize yol açar.

Hele de memleketinizden uzaksanız şiir gibi gelir kulağınıza.

Örneğin; Turkcell'in sahibi Egeli olsa idi, "aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor" mesajı şu şekilde olurdu:

" Aradııınız.. kişiye.. böön ulaşılamıyooo.. daa sonaa yengattan deneyiniz.."

* -Demingkden ben sene kölgelerde oyna dimedim mi?
- .....
-Geberdirin çocuk seni
- .....
-Git önkü yüzünü yuuka gel. sırtındakini de değiştir.koş baken!!!!

* Önkü tası horaya go = şu tabagı oraya götür
kaynak: GeldiK http://www.geldik.com/kulturel-konular/55754-kiyi-ege-sivesi-kiyi-ege-sivesi-hakkinda-bilgiler.html

-Hangırıya goycem teeze ? (hangi yere koyacağım teyze..)

-Hönkürüye gıı.. (oraya işte..)

-Needip goyyonuz (ne yapıyorsunuz?)

* Otobüs yolculuğunda kendinden cok su istenen denizlili bir muavin:
-sayın yolculaamız duz mu yaladıngız? hareme kadar su yok gaari...

* -Senin oğlan hangi bölümü kazandı?
-Tıpa kazandı.

* -Al bunu götüvecesen götürüve. Götüvemicesen götüvecek vaa…

* -Nerem deding ? : hasta birisinin şikayetinin ne olduğunu sormak için kullanılır.

Örnek:
kişi a: -nerem deding bizim gıız?
kişi b: -sooma gareee öskürü öskürü bitmediii. soonudahurama hööle bi ağrı girdi. kıpırdeyemeyyon. tokturu gitçen hindi…

* -Hööle bi yürüyüp gelive biyo irahmat yaaiyosa semsiyeni de alive-

* -Gülü gülü deezem (güle güle teyzem)
kaynak: GeldiK http://www.geldik.com/showthread.php?t=55754

* '' Sıranızı geçin! ''

-Denizli Anafartalar Lisesi müdürünün öğrencileri hizaya sokmak için söylediği emir cümlesi...

* Bu da pazardaki teyzeciklerin sözleri:

- domat datıveecenmi iki gilo.
- daattım daattım. aha suracıkta. aliveecen mi?
- alcem de tobayi açıveecen mi?
- accem de parami cıkarııveemedim bi dakka bekleyiveecen mi?
- bekleyiveririm nolcekki...
seklinde uzar gider.

Bir sure ortalıkta dolaştıktan sonra 'beni bak' denilmesi normal gelmeye bile baslayabilir...

* Denizli'de iki kadın pazarda karşılaşırsa...

-ne buuuu neree gidik gidesiiin??
-çocuklaaa döndeeme (dondurma) isteepturuu ne zımandıı..

* - Biyol ötüvee çil horozum (bir kere öter misin çil horozum?

'dinelmek' vardır (ayakta) durmak anlamında:

- Bizimoğlan orda dinelme de beni bi çay yap. (arkadaşım/çocuğum ayakta durma da bana bir çay koy.)

* Öğretmen sınıfta gürültü yapan bir öğrenciye bağırır:

-Kızdırmeyin bene! şindi sene tahtaya kaldırıp sıfıra bascen.

* Olma mı , yapma mı , etme mi gibi estetik harikası kelimelerin kullanıldığı Ege yöresi, ayrıca -hööle bi yürüyüp gelive biyo , irahmat yaayosa semsiyeni de alive- gibi cümlelere de sahiptir.

* - yandaki site var ya... işte ordaki bekçiyi vurmuşlar!
- bekçiye??!!
- bekçiye vurmamışlar!! bekçiyi vurmuşlar!
- bekçiye??!!
- hey allahım...

* Anegin... (ananın)

* Extrem bir örnek;
-enkini enkirden al enkireye goyve ( sunu suradan al şuraya koy )

* Dünyanın neresinde olursa olsun, o memlekette hangi dil konuşuluyor olursa olsun iki Denizlili' nin birbirini tanımasını sağlayan konuşma tarzıdır ayrıca... Konuşanların asla utanmadığı, düzeltme ihtiyacı hissetmediği az sayıda ağızdan biridir bu coğrafyadaki. Bilenler için çok estetik ve akıcıdır.

* İsmin hallerine bir haller olan bir şivedir, Ege şivesi...
Lisede matematik hocas:
-Bugün Elif'e kaldıralım.

* Denizli doğumluysanız ya da çocukluğunuz burada geçmişse zihninizden hiç silinmeyecek şivedir o. Türk Dili profesörü olsanız , TRT ana haber bülteni sunucusu olsanız da gerektiğinde;

'' Nedip batın , tavası gitcem ben , ahmet de ordan gelipba '' tarzı cümleleri hiç çekinmeden kullanır , kendinizle gurur duyarsınız. En güzeli bunu yaşlı insanlarla konuşmaktır.

* -Pazarı varem de dalgan alem.. (Pazara gidip dalagan=ısırgan otu alacak)

* Mesela ''' biyol'' vardır, bir şey isterken kullanılır:

- Biyol ötüvee çil horozum (bir kere öter misin çil horozum?)

* -Gahpeerif (kahpe + herif) sık kullanılan bir küfürdür. Gahpecik, gahpenin doğurduu, gahpe garı gaşlı (kahpe karı kaşlı) gibi türevleri mevcuttur.

* -Yavrııım ben onu nezmandır söleboturum… bilip batırın mı? (yavrum ben onu nezamandan beri söyleyip duruyorum,biliyor musun?)

* Bir de '' gapçık ağızlı '' diye bir kavram vardır. Bu şivenin özü adeta komedi üzerine kurulu gibidir sanki... Misal dedeniz size küfreder, ama belki anlayamadığınızdan belki de söylediği şeyin komikliğinden dedenize kızamazsınız bile.

-dede neden bu böyle?
-sus bakem gapçıkaazlı!
-o ne demek dede?
-höyt höyt edip durma bakem gömüveğcem şimcik depçiğine

* Seneler evvel, memleketinde elektrik olmayan Egeli İstanbul'a gidip caddelerdeki yanan lambaları görünce şaşkınlıktan şöyle demiş:
-Yanıpba..yanıpba. .Ne gaz yetçek ne fıtıl..

* İstanbul'da hamamda başı sabunlu gözleri kapalıyken sabun kalıbını yürütmüşler bizimkinin. Olayı arkadasına anlatmış,

-Gahpaçocukları... Hamamda bana sabunsuz kodular. (hamamda beni sabunsuz bıraktılar)

* -Çeşmide gala, gavga edip bala..(Çeşmede kadınlar kavga ediyorlar)

17 Ağustos 2010 Salı

Ve Tanrı Kadını Yarattı...


KIZINIZA ÖĞRETİN!

Kızlarınızı iyi yetiştirin. Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.

Namuslu olmanın yürekten geçtiğini öğretin.

Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.

İstediğini giymeyi öğretin. İnsanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin.

Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin. Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.

Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.

Arayıp neredesin ; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.

Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin...


* * *

Kurşun sesi kadar hızlı geçer yaşamak; öyle zordur ki, kurşunu havada, sevgiyi de yürekte tutmak...

Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır. Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu!

Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır. Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar. Herşeyi didikleyip duran, mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan, gözleri ufuk yorgunu kadınlar.

Güçlü, köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer, hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun. Zaman ilerledikçe birçok şey, daha zor olmaya başlar.

Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor. Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar, bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor.

Zaman, aşk... Her şey! Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkekler değil, ayrıntılardır.

Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken, kadınlar bu konuda umutsuzdurlar, çünkü kadınlık bekler.

Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır... M. MUNGAN

* *

Kalbin yolu güzeldir, ama tehlikelidir. Zihnin yolu sıradandır, ama güvenlidir.

Erkek en güvenli ve en kestirme yaşam tarzını seçmiştir. Kadın duyguların, hislerin, ruh hallerinin en güzel ama en sarp, en tehlikeli yolunu seçmiştir. Ve bugüne kadar dünya erkekler tarafından yönetildiği için kadınlar muazzam şekilde azap çekmiştir. O, erkeğin yaratmış olduğu topluma uyamamıştır çünkü toplum mantığa ve nedenlere uygun olarak yaratılmıştır.

Kadın kalpten bir dünya ister. Erkek tarafından yaratılan toplumda ise kalbe yer yoktur. Ben kadınların gerçekten bir kadın olmasını isterdim, çünkü bu büyük oranda kendilerine bağlıdır. Kadın erkekten çok daha önemlidir. Çünkü o rahminde hem erkeği hem kadını taşır. O kıza ve oğlana, her ikisine de annelik eder; her ikisinide besler. Eğer o zehirliyse, o zaman sütü zehirlidir, o zaman çocukları yetiştirme tarzı zehirlidir.

Erkekle yarışıyorsun ve yarışmana gerek yok; sen zaten üstünsün. Şiir yazmana gerek yok, şiir sensin. Sevgin senin müziğindir. Sevgilinle birlikte çarpan kalbin senin dansındır! SOHO

* *

* Kadın da bayrak gibi, bir sevgiyi mihraklaştırdığı ölçüde kutsallaşıyor...

* *

Çocuklarımın ufacık hüsranlarında dünyayı ayağa kaldıracak kadınım ben...

Oyunda aralarına almadılar diye, diğer çocuklara kaşını kaldırıp göz dağı vermeye çalışan kadınım ben...

Her sabah çocukları giydirip, yedirip okula gönderen, sonra süslenip püslenip giyinip
işe yetişmeye çalışan kadınım ben...

İş yerinde düzgün oturması, edepli durması, ama bir o kadar da güzel olması gereken kadınım ben...

Tüm gün iş yerinde çalışıp bir sürü insanın kaprisini çeken kadınım ben...

Akşam olunca eve koşturan, yemek yetiştirip bir de üstüne üstlük yedirip sonra da oyunlar oynayan, ders çalıştıran, ödevlere yardım eden... Çamaşır, bulaşık, temizlik...

Evde en son yatağa giren insanım ben..

Hatta yattığında da kafasında bin bir düşünce dolaşan yarını, öbür günü planlayan kadın!

İşte, o kadın benim!

* *

'' ...

Kadınlar ağlamak için bir erkeğin omzuna ihtiyaç duyarlar...
Ama başı dolu kadınlar, erkeğin omzuna ağır gelir...

Erkekler kadında kontrol edilebilir zekâ, kontrol edilebilir başarı, kontrol edilebilir yetenek ister.

Yani kadının sahip oldukları, erkeğin kontrolünü aşmaya başladığında ilişki biter. ''

* *

Bir kadın çocuktur aslında… Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister.Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını… Ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez. Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz..

Bir kadın güçlüdür aslında...

Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki, erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgidir aslında...

İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz. Zor sever; ama, tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer alamazsınız. Her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette Bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri '' acımak '' duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında...

Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız, onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın çılgındır aslında...

Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. Üreticiliğinin sınırı yoktur ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz üreticiliğini. Sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz? Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz!

..... Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin!!!

.... Çünkü Allah gözyaşlarını sayar.

Kadın; erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı!

Öyle olsaydı ezilirdi... Üstün olsun diye başından da yaratılmadı!

AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI......

Eşit olsun diye...

Kolun biraz altında...

Korunsun diye!

KALP HİZASINDA SEVİLSİN DİYE... C. DÜNDAR

Seni Seviyorum...

Seni sevmek, bir babayı, bir can yoldaşını hayatının sonuna kadar yanında olduğunu bildiğin güvenilir bir dostu, ilgiye ve şefkate doymayan çaresiz bir küçük çocuğu, ama en çok da tutkulu, kıskanç ve yüreği sonsuz maviliklere akan bir deli aşığı sevmek gibiydi.

Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek...,

Sonra ansızın yollara düşüp, çocukluğumda kalbimde filizlenen sevdası senin aşkınla yeşeren bu kentin sokaklarında izini sürmek...

Hücrelerimle beraber çoğalan aşkını özgürce ve sınırsızca yaşamak için ailemin şefkatli ve anlayışlı kollarından sıyrılıp kanatlanmaktı.

Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak, seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen herşeyi, şu yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek...


Elin çaya uzanırdı...
Tenim dudaklarını özlerdi...
Bir sözüm şiirin olurdu...
Demlenirdik.


Çocuksu bir saflıkla tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma kendimi inandırmaktı.

Sonra bir gün aşka açıldı yüreğinin sürgüleri;
Yıkıldı tabuların... Kırıldı zincirlerin... Uzağıma düştün...
Bu defa farklıydı, hissetmiştim. Yalnız bedenini değil, ruhunu da paylaşmaya başlamıştın bir başka kadınla...

Seni sevmek, benim yanımda, bir başka yürekle özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya çalışmak oldu sessizce...

Sonra sevmek, yavaş yavaş kayışını izlemek oldu avuçlarımdan...
Gittin...
Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda.

Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır...
Sıkışıp kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu seni sevmek...

Seni sevmek... Geceleri kokuna hasret yatağımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu...

Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terk etmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. "Ayazda iki yürek" gibiyiz...

Affet beni sevgili... Verdiğim sözleri tutamadım.

* * *

Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından.

Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı.

Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı olmaktı.

Arzuladığım ne varsa herşey karşılıksız kaldı bu hayatta.

Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü...

Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme...

Sana dokunmak, sana kapılmak, sana tapmak yenilgiyi daha baştan kabul etmekti.

Sana dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık...

Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum.

Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun...

Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor.

Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine...

Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: '' Sevgilim nereye gidiyorsun? ''

* * *

Seni sevmek bir sadakati değil, sadık bir ihaneti sevmektir.

Seni, sana rağmen sevmek! Seni sevmek...

Kaybetmek, her seferinde yeniden başlamak,

Ayrılık çöplüğünde aşk aramaktır seni sevmek.

Seni sevmek, en basit haliyle yalandır, her seferinde yeniden kanılan,

Cevapsız bir soru, sorusuz bir cevap...

Ayrılığı daha ilk dakikadan kabullenmektir, seni sevmek.

Seni sevmek, "olmayacak bir nedeni, gelmeyecek bir gideni" beklemektir.

Seni sevmek, hiçbir norma uymayan bir deliliği sevmektir.

Seni sevmek, sonsuz bir denize dalmak, çıkışı olmayan bir tünele isteyerek girmektir.

Cehennemde yanmaya koşa koşa gitmektir, seni sevmek.

Günahın çekiciliğine kapılmak;Teninin sıcağından vazgeçememektir, seni sevmek.

Şeytanın yap dediğini yapmak ve ateşi güneş sanmaktır, seni sevmek.

Bitmeyen bir filmi sürekli yeni baştan seyretmektir seni sevmek.

Seni sevmek, rüzgara kapılmak, havalanmak, uçmak ve her seferinde binlerce metreden yere çakılmaktır.

Yaralanmış yüzünle, kanlarını temizlerken yine uçmaya çalışmak da, sadece seni severken yapılacak bir deliliktir.

Seni sevmek, hiçbir şeye sahip değilken, dünyalar sana aitmiş gibi mutlu olmaktır.

Seni sevmek, herkesin aklına meydan okumaktır,

Tüm doğruları reddedip, bile bile bir yanlışı seçmektir seni sevmek,

Akılla kalbin bitmeyen kavgasını başlatmaktır.

Seni sevmek, kimselere açıklanamayan, kendine bile anlatılamayan, lanetli bir hastalık gibi saklanan, tuhaf bir hikayedir.

Seni sevmek, bir hikayede hayat bulmaktır.

Seni sevmek, her seferinde yenilmek, yeni yenilgiler için yeniden başlamaktır.

Seni sevmek, dünyanın tüm güzeliklerini hissetmektir.

Ve...

DİNMEYECEK BİR SIZIYLA YAŞAMAYA ALIŞMAKTIR! ÇARESİZ...

* * *

Sevmek; yanındayken bile seni özlemekse eğer...

Sevmek; imkansızca, umutsuzca, beklentisizce hiç bıkmadan seni yüreğinde taşımaksa eğer...

Sevmek; uzaklığın yüreğimi böylesine acıtırken bile, sevginden yakınmamaksa eğer...

Sevmek; seni göremeyen gözlerime, sana dokunamayan ellerime, sana kavuşturmayan yazgıya inat, seni sevmekten vazgeçmemekse eğer...

Sevmek; senin olmadığın, içinde senin bulunmadığın her şeyin anlamsız bulmaksa eğer...

Sevmek; hiç pişmanlık duymamaksa eğer...

SENİ SEVİYORUM!

16 Ağustos 2010 Pazartesi

ÖZLÜYORUM SENİ...

Yine yağmur yağıyor.
Her yağmurda olduğu gibi, yine içime hüzün doluyor.
İçime içime SEN yağıyorsun…
Her yağmur damlasında, her şeyde biraz SEN varsın...


SENİNLE OLMAK İSTİYORUM

Seninle olmanın yolu bu olmalı sevgilim,
                                                                      Seni düşünmek.
Evet… Evet!
Düşünmek.
Seni, hiç durmadan düşünmek.
Bir daha bir daha,
Bir kez daha!
Yaşadıkça da
Seni yaşatmak içimde.
Düşümde, zihnimde, yüreğimde
Bedenimde benimle…

Seni düşünmek bile
Isıtıyor ellerimi,
Sanki avuçlarındaymış gibi…
O eller ki;
Senden uzak düştüğümden beri
Tıpkı,
Yüreğim gibi,
Tüm bedenim gibi
Isısını yitirdi.
Seni düşünmek bile
Yeniden ısıtıyor tenimi...

* *

ACI

Hayır!
Seni yitirmenin acısını unutmak istemiyorum
Seni unutmak değil arzum,
Tam da aksine
Acının tadını çıkarıyorum.

Madem ki bu acı bana vurdu,
Ve
Çok sana ait bir yangın bu
Bu senin bir parçan…
Soğuk da gelse duygusu
Yüreğimi yaksa da alev alev
Onu da aşkımız kadar net!
Yaşayabilmeliyim…

* *

Seninle beraber

Kendimi de özlüyorum şimdi.

Seninle beraberken ki ‘’ben’’ i…

Nasıl da kıskanıyorum

Bir bilsen!

‘’Sen’’ li zamanlardaki kendimi...
 
Al Ne Ta

* *
 
... Zaman sensizlikle karışınca, adı yanlızlık oluyor. En çok ellerini özlüyorum, bir de tebessümünü...

Sen bensiz belki mutlusun, ama bana sensizlik çok koyuyor. Seninle olmak güzeldi, sevmek seni bütün ihtimalsizliklere rağmen; kapılıp rüzgarına, gitmek güzeldi....

Şimdi ne varsa içimi yakan, hepsi biraz da tebessüm barındırıyorsa içinde, her şeye rağmen seni sevmeyi becerebildiğimdendir.

Sarhoş kavisler çiziyor rüyalarım, bir sana, bir yalnızlığıma çarparak kabuslarla uyanıyorum. Geniş ama zor bir yolda yürürken, bir anda bitiyor sokaklar, düşlerimde bile sana ulaşamıyorum. Hep kenarında duruyorum hayatın, korkuyorum sensizlik itecek gün gelince beni aşağıya. Kuşatılmış bir şehir gibi, senden görünmez duvarlarla sarılı dört bir yanım, üşüyorum.

Bazı geceler yağmur başlıyor, çatıya düştükçe damlalar sesleri büyüyor, ürküyorum. Yanımda olsan, sarılsam, güven duysam olmaz mı? Olmaz, biliyorum. Biz bir türlü olamıyoruz. Bizden daha büyük olan şey; neyse o, engelliyor ikimizi, birbirimize tutunamıyoruz şu mahzun gece yarılarında.

* *

Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok belki de. Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum, seninle konuşuyorum. Sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum... Cümlelerimi kısalttım, kelimelerim buruk, yarım gülüşlerim var; artık istemediğin dudaklarımda.

İçimdeki sevgine, yerine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum! Bende olan seni, hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de... Sendeki benin nasıl olduğunu, anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum... Eskiden de hep merak ettiğim gibi...

Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda...Sadece bir mevsim yaşanan, ama bir ömür gibi gelen aşk. Kalbim, seni halen benimle biliyor ve ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum. Çok eskiden olduğu gibi; yine her yerde sen varsın, her şarkıda, her gördüğüm insanda, denizde, gecede, uykumda. Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...

Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın; dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın, mutsuzluğun oldum. Ağladığın, bağırdığın ya da sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum. Yüreğindeki kadın ben olmak isterken, yüreğine sığınan ve tozlanacak olan bir anı oldum. Haketmediklerin, ''artık yeter!'' dediklerin! Her şeyin olmak isterken, şimdi belki de hiçbir şeyin oldum. Söylesene, ben gerçekten senin neyin oldum?

* *

İnsan bazen bir elbiseyi,
bazen bir dostu,
bazen de bir aşkı taşımaktan yoruluyor.
Ben yorulmayı geçtim, boğuluyorum, desem...

15 Ağustos 2010 Pazar

BİZ BÖYLE OLSUN İSTEMEDİK....

Sevgileri yarınlara bıraktınız;
Çekingen, tutuk, saygılı…
Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı
Bitmeyen işler yüzünden.

Siz böyle olsun istemediniz.
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi…
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz;
Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda
Bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız…
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit yetmedi.

B. NECATİGİL


İnsan hayatında önemli olan '' şimdi '' lerdir, ama nedense şimdiler yerini bir sebeple hep sonralara bırakır. Yaşam, bir su gibi önüne geleni alıp giderken, biz de akıntıya kapılıp kocaman bir telaş içinde; şimdileri sonralara, belki de hiç gelmeyecek bir zamana bıraktık. Çoğu kez o zamanın '' ne zaman '' olduğunu bile bilmeden, sanki yaşam bizi hiç bırakmayacakmış gibi...

Hayatımızdan giden tek bir gün bile önemliyken, biz uygun bir zaman umuduyla sonralara, başka günlere, geniş zamanlara bel bağladık.

Bir sonsuzluk duygusu içinde kendimizi oyaladık, hatta kandırdık. Iskalanmış, ertelenmiş hayatlarımızı yaşarken de hep bir bahanemiz oldu: '' Sonra, hele bir… ''

Adeta hiç durmadan ve hızla dönen bir çemberin içinde kendimiz dışında her yere, her şeye yetişebilme telaşı içinde koştuk… Koştuk.

O kadar hızla koştuk ki; yanından hızla geçip geçtiklerimize bakmadık,
dokunmadık. Yaşamın bize sunduğu hediyelerin farkına bile varmadan yanlarından öylesine geçip gittik. Öylesine yaşadığımız gibi…

Onca yolu aldıktan ve nefesimiz kesildikten sonra durduğumuzda; yanından hızla geçip önemsemediğimiz o kadar çok şeyin arkasından bakakaldık ki... Bir gaflet uykusundan uyanır gibi anladık; hiç umursamadığımız, bir gün kaybedeceğimizi hiç düşünmediğimiz değerli bir hazineyi; hayatımızı nasıl da hovardaca tükettiğimizi... Elimizde olduğunu sandıklarımızın da zamanla ve aslında yok olduğunu…

O çok değerli nefeslerimizi hiç düşünmeden harcadık. Şimdi boşluğumuzu, hiçliğimizi, yavaş yavaş yok oluşumuzu örtmek için geçmişimize sarılıyoruz. Adeta yıkıntıların arasında kaybettiklerini arayan insanlar gibi yanından hızla geçip gittiklerimizi, dar zamanlar bahanesiyle yaşayamadıklarımızı arıyoruz. Ama hiç iyi gelmiyor.

'' Sonra… '' demek için vakit kalmadı artık. Eğer hala zaman varsa yaşanacak; umudun bile anlam taşımadığı bir hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir, bir yerlerde bulunup yeni mutluluklar edinilir ve bu boşluk dolar mı acaba?

'' Biz geniş zamanlar umuyorduk;
Yılların telaşlarda;
Bu kadar çabuk geçeceği aklımıza hiç gelmedi... '

Her Evden Bir Şehit Var...

Her evden bir şehit var

Bir evlat...

Bir koca...

Bir baba...

Bir kardeş...

Bir ağabey...

Bir amca...

Bir dayı...

Bir nişanlı...

Bir sevgili...

Bir arkadaş...

Bir kankardeşi...

Bir akraba...

Bir komşunun oğlu...

Belki de hiç tanımıyoruz onları...

Hiç görmedik şimdiye kadar...

Gencecik bedenler, henüz hiçbir kötülüğü tatmamış ruhlar...

Ölüyorlar...

Kardeşlerimiz ölüyor.

Ne uğruna?

Birileri siyaset yapamıyor diye...

Birileri çözüm bulamıyor diye...

Birileri her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyor diye...

Ve artık ateş sadece düştüğü yüreği yakmıyor.

Hepimizin içini yakıyor.

Hepimizin içi kan ağlıyor.

Dayanamıyoruz...

'' Terör olayları artacak '' diyorlar.

O zaman haberleri açarken, gazetelerin birinci sayfalarına bakarken, hele hele ''son dakika'' ları gördüğümüzde yüreğimiz ağzımıza geliyor...

Hep aynı sözler çıkıyor ağzımızdan:

'' Yine mi? Allah kahretsin! ''

En acısı da...

Bir gün gelecek, belki her şey yoluna girdiğinde...

İbre başka taraflara, başka belalara kaydığında...

'' Bir zamanlar bunca kardeşimiz ne için can verdi '' diyeceğiz...

Tıpkı solcuların, sağcıların öldükleri, öldürüldükleri günler gibi...

Tıpkı o arada onca masum insanın öldüğü gibi...

'' Yazık oldu. Çok yazık oldu '' diyeceğiz.

Ya da birileri diyecek...

Şimdi ise Meclis Başkanı ne diyor?

'' Ordudan tatmin edici bir açıklama bekliyoruz! ''

Bekleyebilir.

Ama biz de, hükümetten tatmin edici bir açıklama...

Açıklama da değil artık,

Tatmin edici bir çözüm bekliyoruz...

Çünkü artık her evde bir şehit var.

* *

Cumartesi sabahı...

Ben şimdi uyandım.

İstanbul' da güzel bir hava... İzmir' de pırıl pırıl bir gökyüzü...

Ben şimdi uyandım...

Sen şimdi Ankara' da bir hafta sonu programı yapıyorsun.

Bir cumartesi sabahı uyandık.

Gazeteler, kahve, çay.. Bir gün, bir hayat önünde...

Şimdi uyandık...

Ben aslında şimdi öldüm... Ve şimdi Hakkari' de, Şemdinli' de onlar uyanamadı.

11 şehit haberi Doğan Haber Ajansı' ndan önüme düşünce bende düştüm...

Biz bir cumartesi sabahı şimdi uyandık...

Onlar Hakkari' de şimdi öldüler...

Biz şimdi öldük...

Toprağın altında 35 bin vatan evladı şimdi bir daha öldü.

Zaman öldü...

11 vatan evladı şehit düştü.

Mesela sen şimdi uyanıyorsun...

Ve henüz bilmiyorsun onlar nasıl uyanamadılar...

Dağın başındaki karakolda uykunun en masum derinliğinde roket mermileri kavurdu ranzaları...

Kalkabilen kalktı, nöbetteki Mehmet rastgele ateş etti.

Zaten ihanetle pusunun kol kola gezdiği o coğrafyada düello arayamazsın, şövalye bulamazsın.

Olsa olsa sabaha karşı kahpeliğin tetiğini çeken pusucuları bulursun.

İşte saat 11.00' e geliyor..

Bir cumartesi sabahı..

Sen şimdi kahvaltıdasın...

Belki de hiçbir şeyden haberin yok...

Karadeniz' de bir balıkçı ağlarını çekiyor...

Denizli' de bir dokuma tezgahı henüz işlemeye başlıyor...

Bursa' da bir baba çocuğunu götürmek için sinemaları araştırıyor...

Bir anne ertesi günkü doğuma hazırlanıyor..

Biz şimdi bilmiyoruz... Nasıl öldük farkında değiliz...

Bir ayda 50' ye yakın şehit verdik.

Herkes soruyor: Ne oldu da yeniden başladı?

Bitmedi ki kardeşim... İki yıllık bu sessizlik, iki yıllık beklenti, silahsız çözüm hazırlıkları...

Hatırlayın ABD'den gelen Bay Koordinatörü..

Hatırlayın bizim koordinatör Edip Başer' in atanmasını..

Televizyon haberleri, manşetler...

'Bitti, bitiyor, eziyoruz, sıkıştırdık, parasal kaynaklarına giriyoruz'

İşte sınır ötesi harekat..

Gece Kuzey Irak' ta yürüyen komandolar..

Boş dağları bombalayan jetler...

Genelkurmay' ın yaptığı '' ABD ile isithbarat paylaşıyoruz. Uyumluyuz '' açıklamaları..

Sonra sessizlik.

Demokratik açılım.

İki yıl süren dağdan indirme projesi.

Ama olmadı işte.


Habur' dan giriş yapan teröristleri otobüslerin üstüne alıp terörist kıyafetleri ile selamlattırınca olmadı işte kardeşim...

Sen cumartesi sabahı uyandın.

Soruyorsun: Nasıl bitecek bu? Neden yine başladı?

Böyle bitmiyor işte kardeşim.

Sabah uyanıyoruz...

Aslında uyanamıyoruz...

Çünkü onlar uyanamıyor...

İşte, 11 vatan evladı daha uyanamadı.

Ben nasıl uyanırım, sen nasıl uyanırsın.

Biz niye bir türlü uyanamıyoruz.

* *