... Notaları yaralanmış bir şarkıdır aşk dilimde, acısını dindirebilmek için defalarca söylediğim... Serkeş bir hüznün esintisinde demleniyor vurgunlardaki şimali düşler...
Korkular gölgeli... Ne istediğini bilmiyor duyguların ırzına geçen kelimeler... Kulaklarını tıka yüreğim, beni yorma..
... Çiçek kokulu bir huzurdur aşk burnumun direğinde, yapraklarını öpebilmek için bile aylarca beklediğim..gitmelerin bıraktığı helis acılar küçülüyor ve kabuk bağlıyor zamanla..geçmeyen tek şey hüzündür
... Aşk;
Sevdiğim ama dokunamadığım çiçek!
Kulaç attığım dalgalara sıkıştı haykırışım.
Gitmeyi öğrettiler bana, kalmak nasıldır?
Nasıldır bir göğüste endişesiz uyumak?
Söylesene, nasıldır dudaklarını bir dudakta uyutmak?
* * *
Aşk bağlılığa dönüştüğü anda ilişki haline gelir. Aşk taleplerde bulunduğu anda hapishaneye benzer. Özgürlüğünü elinden alır; göklerde uçamazsın, kafeslenmişsindir.
Aşkın özgürlük verici bir kalitede olması lazım, sana zincir vurması değil; sana kanat takıp mümkün olduğunca yükseklere uçmanı sağlaması lazım.
Unutma, aşk sınır tanımaz. Aşk kıskanç olamaz, çünkü aşk sahiplenmez. Sevdiğin için bir insanı sahiplendiğin fikri çok çirkin. Birisine sahipsin bu demektir ki onu öldürdün ve ticari bir mala dönüştürdün. Sadece eşyalara sahip olunur. Aşk özgürlük verir.
Gerçek aşkta bölünme olmaz. Sevenler birbirinin içine erir. Sadece egoistçe aşkta büyük bir bölünme vardır, seven ve sevilen ayrılır. Gerçek aşkta ilişki yoktur. Çünkü ilişki kurulacak iki insan yoktur. Gerçek aşkta sadece sevgi olur, bir çiçek açma, güzel bir koku, bir erime, bir birleşme yaşanır. Egoistçe aşkta ise iki kişi vardır, seven ve sevilen. Ve ne zaman seven ile sevilen olsa aşk yok olur.
Aşk olduğu zaman seven ve sevilen birlikte aşkın içinde kaybolur.
Eğer özgürlük ve aşka sahip olursan başka şeye ihtiyacın kalmaz. Elde etmişsindir sana yaşam işte bunun için verildi. SOHO
* *
Herkes aşkı konuşurken, aşkı anlatmak zordur...
Aşkı anlamayan, aşkın neden çaresiz ve acı verici olduğunu da bilmez..
Aşkı bilmeyen, aşkın uçurmadığı insan, neden uçarken bir taraftan acı çektiğini fark etmez...
Aşk uçurur...
Aşk uçururken, mutlandırır...
Ama aşk uçurup, mutlandırırken, en derin acıları da çektirir...
Çekilen acılar çaresizdir...
Çünkü aşk çaresizdir...
İnsan kendi acısına merhem olur... Ama insan, aşk acısına merhem olamaz...
Çünkü aşk, içinizdeki siz olmama durumudur...
***
Aşık insan, aşkını içine alan insandır...
Kalbine, ruhuna, içine aşkını sokarak başlar aşk...
Kalbe ve beyne sokulan şey, sevdiğiniz insanı kendi “Ben” ininizin içine alma durumudur...
Kalbinde, ruhunda ve beyninde ikinci bir insanı taşımaktadır...
“Ben” in içine bir başka “Ben” girmiştir...
Kolay ya da zor aşık olabilirsiniz...
Ancak, her halükarda, aşktan kurtuluşunuz oluşunuzdan çok daha zordur...
Çünkü bir şeyden kurtulmak için, onu içerden itelemek gerekir...
İtelemekse zordur...
***
Söylenemez aşk, hal diliyle hecelenir.
Söylenemez aşk, bir kapta duruldukça bulanan, bulandıkça durulan su gibidir.
Söylenemez aşk, damla damla gözyaşlarına vurulur.
Söylenemez aşk, ona tuza koşan kuzular gibi koşulur.
Söylenemez aşk, Ahmet Gazali’nin su içtiği hikmet çeşmesinden sunulur.
Söylenemez aşk, müzmin bir baş ağrısında, uykusuzluktan kızarmış gözlerde tutulur.
Söylenemez aşk, söyleyememenin eşiğinde usanmadan durulur.
Söylenemez aşk, kalpten kalbe gerilmiş incecik bir iptir, hep onun üstünde yürünür.
Söylenemez aşk, reyhan reyhan kokulur.
Söylenemez aşk, hem simurgtur, hem simurgu arayan otuz kuştur.
Söylenemez aşk, söylenirse bulut bulut hüzünlere bürünür.
Söylenemez aşk, söylenirse Adem ile Havva’nın cennetteki tatlı mahçupluğunu tekrarlamak olur.
Söylenemez aşk, söylenirse mum söner, pervane divane...
Söylenemez aşk, söylenirse tüm kelimeler muamma olur.
Söylenemez aşk, söylenirse her sıla gurbet olur.
* * *
Büyük bir aşk hikayesinin baş kahramanlarıydık. Son ana kadar birlikte olacağımızı sanmıştım. Hangimiz daha çok sevdi diye düşünmüyorum. İkimiz de sevmiştik, eminim...
Ne kadere, ne sana söyleyecek kötü sözüm yok. Sen olmasan, kalbim bu kadar büyük bir aşkın lezzetini nasıl tadacaktı? Yaşattığın tüm duygular için teşekkür ederim.
Sevmek dediğin öğreniliyor. Yorucu ve uzun bir eğitim ama anladım ki, sevmek insanı büyütüyor. Acılardan geçmeden olgunlaşmıyor yürekler. Ayrılığın tek iyi yanı bu olmalı, keşfetmek! Kendinle yüzleşmeyi becerebilirsen, aşkın da, ayrılığın da öğretecekleri var.
Sen yaşamımdan gittikten sonra ne yapacağımı bilemedim. Sudan çıkmış balığa döndüm. Duvarların üstüme geldiği gece yarılarında, kaç gece güneşi görmeden uyumadım. Sürekli düşünüyordum… Seni, kendimi, ilişkimizi, hep bir yanım eksik kalıyordu. Televizyon seyredemez, kitap okuyamaz olmuştum. Aklımdan bir türlü çıkmıyordun. Bir müddet savrulup durdum. Ne yapsam bana keyif vermiyordu...
Sonra kendi hakkımı çaldığımı fark ettim. Kendime neden bunları yaptığımı düşündüm. Sensizliğin acısını da layık olduğu gibi, değeriyle yaşayıp, bu sancılı günlere son vermeye karar kıldım.
Aklımdan ve kalbimden seni atmaya çalıştıkça, daha çok içine saplandığımı anladım. O yüzden, seni sevmeye devam ederek, tek başıma yaşamaya alışıyorum. “Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir” der ya Sezen Aksu; bence acıdan geçmeyen yürekler de çok eksiktir.
Acılar büyütür, olgunlaştırır ruhları ve böyle öğrenir insanoğlu sevmeyi. Artık sensiz de yaşamayı öğrendim ama bil ki, burada; tanıdığın bu şehirde, tanıdığın bu yürekte çok özleniyorsun…Zaten aşkın, acı çektiren, derin acılara gark eden, ağır travmalar geçiren devresi o devredir...
İçinize aldığınız “Ben” aslında farklı bir kişiliktir...
Çok sevdiğiniz için içinizdedir...
Siz o “ Ben” i içinize alırsınız, ama o “Ben” in beyni dışarda kalır...
Aşık olunan “Ben” in beyni, kendi mutluluğu, kendi ihtiyaçları, kendi zorunlulukları için yaşamaya devam eder...
Bu davranışların size uymayan kısımları içinizde derin acılar yaratır...
Çünkü ruhu içinizdedir...
Aşk varlığın bir başka “Ben”e girmesinin adıdır...
O içinizde olduğundan artık sizin bir parçanızdır...
Ama beyin ve uzuvları dışarıda...
Onların yaptığı size uymayan her şey, sizi içinizden vurur...
Onun için aşk acısı içten vurur...
Aşık olmayan insanlar bu gerçekleri yaşamazlar...
Kimselerin içlerine girmezler, kimseleri içlerine almazlar...
Bunun için de aşkın acısını bilmezler...
Aşkın kendisini de bilmezler...
Bir başka egodan beslendiği için, serum etkisi gibi, hayatı tazeleyici, egoyu geliştirici, insanı keyiflendirici bir etkisi vardır...
Bir başka egoyu içinde taşıdığı için, hamilelik etkisi gibi, fedakarlığı artırıcı, bir başkasını düşündürücü, acıyı artırıcı bir etkisi de olacaktır...
Aşkı tercih edenler, her halükarda ikisini de kabul ederler... Mutluluğu tarifsizdir... Acısı çaresizdir...
Mutluluğu da, bunun bedelini de yaşarlar... Yaşamayanlar ise sığ sularda...
* * *
“ Kalbin çok önemli gördüğü birini, sevme, arzulama ve içinde hissetme durumudur aşk ”
Aslında biten değil, bitmeyen aşklar acı verir...
Aslında, sonuna kadar yaşadığın değil, doymadan kalktığın aşklar ızdırap verir...
Aslında, karşındakinin suçlu olduğuna değil, kendinin suçlu olduğuna inandığın aşklar, hayatı mahveder...
Sorumluluğu karşı tarafa değil, kendine yıktığın aşklar, içini acıtır...
Cız ettirir...
Aşkın acısı, keşkelerin sayısıyla orantılıdır...
Keşkeler fazlaysa, aşkın acısı çoktur...
Keşkeler yoksa, artık aşk da yoktur...
Ve yarım kalan aşklardır acı olan..
Aşkı bitirmek, suçun karşı tarafta olduğuna inanmaktan geçer...
Suçun karşı tarafta olduğuna inanamayanlar, “keşke şunu da yapsaydım” diyenler, aşkı bitiremezler...
Aşkı bitirmiş gözükseler de, acıyı yok edemezler...
Aslında biten değil, bitmeyen aşklar acı verir...
Artık ulaşamazsın... Oysa hala ulaşmak istersin...
Aşk ya direkten dönmüştür... Ya da bir nebze yaşanıp, yarım kalmıştır...
O durumda yarım kalan ya da direkten dönen sevgiliyi umudu yoksa görmek istemez insan...
Umudu varsa, yarım kalan aşkı takip etmeye devam eder...
Kadın ve erkeğin yarım kalan aşkları değişiktir...
Kadın yarım kalan aşkının, bir başka kadınla mutlu olmasını hiç istemez...
Onu biriyle görmek istemez... Mutluluk haberini duymak istemez...
Hele hele evlendiğini hiç işitmek istemez...
Acı çeker...
Acı, öfkeyi biriktirir...
Erkek de yarım kalan aşkının, bir başkasıyla olmasını arzulamaz...
O günlerde aşkın bittiğini söyleyen gururu ile aşkın bitmediğini söyleyen duygusu arasında hüzünlü ve öfkelidir...
Yeni hayattan zevk alamaz, kolay aşık olamaz...
Eski hayata gidemez, gururu izin vermez...
Bu zamanlar, erkeğin en tehlikeli olduğu zamanlardır...
Öfkelidir ve öfkesi şiddeti çağırır...
Sevgili bir başka erkekle beraber olunca, erkek yıkılır, ama rahatlar...
Yenilmiştir...
Yenilgi, maçın devamından daha rahattır...
Hiç olmazsa önünü görecektir... Yeni bir hayata ve aşklara gidebilecektir...
Yarım kalan aşkın acısı; suçun ve sorumluluğun kişinin kendisinde olduğuna inanmasındadır...
“Keşke” lerin çokluğundadır...
Ve en acısı da budur.
* * *
'' Aşk;
Ruhumuzun gizli bahçesi, kaçıp saklanığımız durup soluklandığımız kimi zaman nefessiz kaldığımız gizli bahçe...
Orada sade seven ve sevilen yaşar, hıçkırıklarla kahkahalar dans eder.
Güpegündüz düşler yaşarız, zifiri karanlıklar güneşe dönüşür aşk olunca, aşık olunca... Şarkılar yükselir içinizden, bazen acılı bir melodiyle bir sokak ortasında kalakalırsınız, ağlamak utanılası değildir, saklamazsınız, durup müziğe karışır ağlarsınız, yanınızdan geçip gider görüntüler, sade onun gözleri ve gözyaşı görünür olur.
Yanınınızdaysa sevgili, müziklerin neşelisi takılır, sarar her tarafınızı keyif, mutlulukla gözlerinin içine bakar tekrar tekrar fısıldarsınız sevdiğinizi, o varsa her müzik neşedir.
Aşk olmasaydı hangi müzik içinizi kanatırdı, dans ettirirdi...
Aşk olmasaydı şiirler okuyabilir miydiniz puslu havalarda sevgiliye sarılarak...
Aşk herkese yakışır; yüreğimizi aşka açtığımız, inandığımız sürece... ''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder